Şehir Plancıların Doğayı Korumak Adına Yapabilecekleri

İklim krizinden söz edilirken kontrolsüz artan nüfusa ve kentleşmeye mutlaka değinilir. Değinilmesi de gerekli bence, çünkü kentler yeryüzünde yalnızca %2’lik bir yer kaplarken, dünya nüfusunun %55’i (Türkiye nüfusunun %75’i) kentlerde yaşıyor ve BM’in raporuna göre 2050’de bu değer %65’in üzerine (Türkiye’de %85’in üzerine) çıkacak. Kentlerin kendi halinde büyümesi dışarıya etkisizmiş gibi düşünmenize yol açabilir. Ancak halihazırda iklim krizine sebep olan birçok sektör, kentli nüfusun konfor koşullarını aynı tutma ya da daha da artırma amacıyla harıl harıl çalışıyor. Kentli nüfusu doyurmak için başka şehirlerden, ülkelerden, hatta kıtalardan yiyecekler taşınıyor, zaten o yiyeceklerin üretilmesi için sürekli yeni tarım ve hayvancılık alanları açılıyor, ormanlar katlediliyor. Salınan sera gazları yetmiyormuş gibi onları toprağa hapsedecek yeşil örtü de ortadan kaldırılıyor. İş sadece gıdayla kalmıyor, tekstilden teknolojiye, mobilyadan günlük kullanım eşyalarına, enerjiden suya tüm kentsel tüketimler kent dışından tedarik ediliyor. Hal böyle olunca şehirlerin ekolojik izleri devasa seviyelere çıkıyor. Tüm kırsal kesim ve doğal kaynaklar kentleri beslemek için amansızca tüketiliyor. Bana göre bu noktada şehir plancıları inisiyatif alma biçimlerini biraz değiştirmeli.

 Şehir planlama 1800’lerden bu yana adıyla anılan, kentlerin gelişimini kamu yararı ve eşitlik ilkesine uygun hale getirmeye çalışan bir meslek. Şehir plancılar ekonomik, sosyal, teknik örüntüleri anlayıp gelecekteki gelişim ihtimalleri ve yaşanacak sorunlar için yalnızca mekânsal değil ekonomik ve sosyal çözümler de bulmak için yoğun bir eğitim sürecinden geçerler. Odak alanı daha çok şehirler olduğu için, kırsal kalkınma ve doğa korumaya yönelik eğitim alsalar da mekânsal planların yapım sürecinde yukarıda saydığım tüm tedarik ilişkilerini ve bu ilişkilerin ekolojik ayak izlerini göz ardı edebilir, hatta çoğunlukla etmektedir (tabii mevzuatın getirdiği kısıtlamalar da plancıları bu yöne itmektedir). Ancak mevcut sistemde yapılan planlama çalışmalarının sonuçlarının çok da iç açıcı olmadığını, soruna çözüm olmak yerine onu körüklediğini söylemekte bir beis görmüyorum. Aksi halde, bunları tartışmaya gerek görmezdik.

Ekolojik ayak izi daha küçük olabilecek kentler için şehir plancıları neler yapabilir? Bu sorunun cevabını hem son zamanlarda geliştirilen kent modellerinden hem sürdürülebilirlik hedeflerinden hem de doğayı taklit ederek etkisi düşük bir yaşam biçimi benimsemeyi amaçlayan permakültür, ekoköyler gibi farklı pratiklerden çıkarabiliriz. Üstelik bunu yeni bir kent modeli geliştirip artık daha fazla olmaması gereken yeni bir kent oluşumu için değil, mevcutta büyük bir nüfusa ve ağa sahip kentler için de yapabiliriz. Bir nevi ekolojik kentsel dönüşüm olarak görmemiz mümkün bunu. Çünkü artık yeni bir kent kurulmamalı, mevcuttakiler doymak bilmez obez organizmalarken yeni kentleri kurmayı düşünmek ancak kentlerin doğa ve iklim krizi üzerindeki etkilerini hafife almaktır. Bu noktadan sonra topu nasıl çevirebiliriz ona bakmamız gerekli; bu da bana göre, kentlerde ekolojik temelli bir kentsel dönüşümle olabilir. İmkânsız bir hayal izlenimi veren bu fikrim, çok değil, 2030’larda ya da 2050’lerde bize iklim tarafından dayatılan bir zorunluluğa dönüşecek çünkü. İşi sürekli geleceğe, bu krizde hiç payı olmayan nesillere itelemek yerine bugünden çözümleri hayata geçirmek tüm insanlığın sorumluluğu.

 Soruya geri dönecek olursak, 11 maddede yapılabilecekleri toparlamaya çalıştım. Eksik kalan mutlaka olmuştur, onlar da bir başka yazının konusu olur belki.

 ·       Kentsel tarıma yer açmak

Planlama çalışmalarında kent ve tarım alanları genelde bir sınır ile birbirinden ayrılır. Bunun asıl amacı tarım alanlarını kentsel gelişim baskısı ve kirlilikten korumaktır. Öte yandan, artık tarım kentle iç içe bir faaliyet haline gelmeli. Aynı Antik, Geç Antik ve Orta Çağ dönemlerinde olduğu gibi kent bostanlarına kentte yer açmak gerekiyor. Anadolu ve Trakya kültürü buna hâlâ yatkın aslında, bu nedenle insanlar başkalarının hobi bahçelerine özeniyor kentlerde. Hobi bahçesi demişken, halihazırda bazı belediyelerin yaptığı gibi, hobi bahçelerini düşük kiralarla (rant malzemesi yapmadan) kent içinde tarım alanları oluşturulabilir. Bunların yanında kent çeperlerinde permakültür ilkeleri doğrultusunda tarım yapılabilen çiftlikler için alan kullanımı belirlenebilir, bunlar plan notlarına belirtilerek mekânsal planlara dahil edilebilir. Bunun yanında özel parsellerde bahçeciliğe teşvik verilmeli, buna ek olarak balkon ve teras bahçeciliği için teşvik edici düzenlemeler getirilmeli. Belki bir plan kararı değil ancak belediyeler ata tohum dağıtımı yaparak yerel türlerin yaşamını sürdürmesini de sağlayabilir. Kentlerde tarım neden mi önemli? Hem gıda milini azaltmamız gerekiyor hem de iklim krizine bağlı kapanmalara yol açan daha büyük sorunlarda kentlerin gıda güvenliği bir şekilde sağlamalı. Ayrıca kentte tarım alanı açmak kadar gıdaya ilişkin üretici ve tüketici toplulukları ve mahalle örgütleri için de fiziksel mekanlar yaratılmalı, üretici ve tüketicilerin bir araya gelmesi sağlanmalı.

·       Karbon yakalama çabaları

İnsan türü olarak gezegende bu denli değişime sebep olmamızın başlıca sebeplerinden biri karbon. Hele de kentler söz konusu olunca büyük karbon salım merkezleri gibi davranıyoruz. Bu nedenle sorumluluğu üstlenip karbon yakalamaya yönelik yatırım, buna yönelik planlar yapılmalı. Karbon yakalama deyince aklınıza ilk büyük teknolojik tesisler geliyor olabilir, ama sizi ormanlara ve yeşil alanlara yöneltmek isterim. Sonuçta en büyük karbon yutakları okyanuslardan sonra ormanlar değil mi? Dolayısıyla ilk yapılacak iş karbonu saldığımız yerde yakalayabilecek kent içi yeşillerin azami ölçüde artırılması, ağaç sayısının hızlıca çoğaltılması. Plancıların bu konuda eli gerçekten güçlü, çünkü imar planlarına ilişkin yönetmelikler bizlerden bol bol yeşil alan istiyor. O yeşilleri gerçekten yeşil yapabilirsek bu iş oldu diyebiliriz. Tabii ki, bu kent yeşilleri salınan tüm karbonu yakalamaya yetmeyebilir. Bu noktada karbon yakalama tesislerine aynı atık su arıtma ya da atık dönüşümü tesisleri gibi planlarda belediye hizmet alanı olarak yer verilebilir. Hatta verilmelidir de.

·       Yeşil ve mavi altyapı sistemlerinin baştan kurgulanması

Kentlerde suyun toprağa erişimini net bir şekilde engelliyoruz, toplanan yağmur suları son zamanlarda kanalizasyon sisteminden ayrılmaya başlasa bile doğal akışıyla toprakla buluşamıyor. Bunun en önemli sebebi yine kentteki yeşil alan eksikliği. Bu noktada hem suyun kendi cazibesiyle toprağa akabilmesi hem de bir toprak bulabilmesi için kent bütününde yeşil ve mavi altyapı sistemlerinin kurgulanması, kentte gereksiz sert yüzeylerin engellenmesi gerekiyor. Yani iş yine yeşil alana geldi, ama buna ek olarak ayrık nizam, blok tipi yapılaşma düzenleri ve düşük emsallerin verilmesiyle parsel bazında yumuşak zeminin daha fazla olmasını sağlayabilmek de akıllarda tutulmalı.

·       Yenilenebilir enerji

Yenilenebilir enerji tamamen masum değil, bunu daha önceki yazımızda detaylıca anlatmıştım. Ama fosil yakıtlardan kaynaklanan enerjiden daha masum diyebiliriz. Bu nedenle kentsel gelişimle beraber altyapı planlamasında enerji altyapısı da ilgili uzmanlarca birlikte yenilenebilir enerjilere geçecek şekilde baştan planlanmalı. Çünkü fosil yakıtlar hem sonsuz değil hem de iklim onun sebep olduğu sera gazlarını daha fazla tolare edebilecek kadar dayanıklı değil. Bir de kentsel ısı adalarını da yenilenebilir bir enerji kaynağı olarak düşünmek mümkün olabilir. Kentler kendi yapıları gereği bir ısı odağıdır. Bu ısı enerjisi belki de kenti besleyebilecek bir kaynağa dönüştürülebilir. Böylece, kentsel esneklik bağlamında biraz daha bağımsız kentler elde etmiş oluruz.

 ·       Karbon nötr yapılaşma

Mimaride karbon nötr, hatta karbon negatif yapılar artık çok daha fazla konuşuluyor. Karbon nötr yapı demek malzemesinden bu malzeme için kullanılan kaynağa, mimarisinden ısınmaya, malzemenin taşınmasından yenilenmesine birçok etkisinin düşünülüp karbon salımının nötrlendiği yapı demek. Bu çaba kentsel ölçekte hem yeni yapılaşmada hem de yenilenme süreçlerinde plan kararlarıyla benimsenirse bir noktadan sonra karbon nötr kentler elde edilebilir. Eski ancak ekonomik ömrünü tamamlamamış yapıların ise güçlendirilme ve onarımlarla enerji verimliliği artırılabilir.

·       Yapılaşmada farklı modeller

Yapılaşmış alanlar ya da yeni yapılaşan alanlar için çok farklı yaklaşımlar var. Bana en mantıklı gelen, küçük bir alanda nispeten yüksek yoğunlukla insanları istiflemek, gerisini doğaya bırakmak. Biz ediyorsak, sonucunu biz çekmeliyiz, doğa değil. Bir diğer mantıklı gelen yaklaşım ise doğa-kent iç-içeliği, bir nevi Frank Lloyd Wright’ın Broadacre modeli, ama doğal alanların daha yoğun olduğu hali. Bunlar dışında kompakt kentler, 15 dakikalık kentler gibi farklı yerleşim modelleri de hem kentsel esnekliği arttıracak hem de kentlerin çevresel etkilerini azaltabilecektir. Mevcut yapılaşma düzeninin kimseye bir fayda getirmediği ortada sonuçta.

·       Kent içi ulaşımda yürüme ve bisikletin önceliklendirilmesi

Fosil yakıtlardan yenilenebilir kaynaklara geçsek bile sonuçta doğadan enerji talebimiz devam ediyor olacak. Bu yüzden, bu enerjiyi kendi kaslarımızdan karşılama vakti geldi. Bireysel motorlu araç kullanımı zaten en çok tartışılan konu. Ancak toplu taşıma da enerji talep eden bir ulaşım modu. Bu nedenle kentlerin yaya ve bisiklet ulaşımına göre yeniden yapılandırılması şart. Evet, bu merkezi iş alanlarının küçük merkezlere dağılması, kara yollarının yayalaştırılması ve bisiklet yoluna dönüştürülmesi demek. Hayır, bu bisiklet yolu için parkları kırpmak, toprak zemin üstüne asfalt döküp “Bakın, ne güzel hizmet ediyoruz,” demek, minimum 1 metre olması gereken kaldırımların 30 cm yapılıp yürünemeyecek hale getirilmesi, üstüne bir de direkten altyapı dolaplarına doldurulup iyice kullanılmaz hale getirilmesi demek değil.

·       Tedarik zincirlerinin kısaltılması

Gıda tedarikinin kentlerde çözülmesi gibi, diğer ihtiyaçların da kent yakınındaki bölgeden ya da içinden çözülmesi önceliklendirilmeli. Bu açıdan küçük esnafın elini güçlendirecek, üretimi ve tamiri destekleyecek çalışma alanları planlar ile belirlenebilir, plan notları ile kısıtlandırılabilir diye düşünüyorum. Ben şahsen mahallemde terzimden marangozuma, demircimden çerçevecime bir noktada bulabilmeyi, onların yanında da gıda topluluğunun minik pazarına uğrayabilmeyi çok isterim. Bu romantik bir hayal olmak zorunda değil, kentleri biz nasıl planlarsak o şekilde gelişir, bu gücümüzü hafife almamamız gerekiyor.

·       Atık yönetim sistemleri

Atık yönetimi belediyelerin sorumluluğunda olan bir konu. Kentin gelişimini belirleyecek olan imar planları da. Bu iki konu doğaya zarar verme konusunda el ele, kol kola gidiyor. Bu nedenle mekânsal planların yapımında ve bu planların stratejik plan kısımlarında atık yönetimi mutlaka yer etmeli. Gerekirse atık yönetim alanları (geri dönüşüm tesisleri, kompost tesisleri, biyoyakıt tesisleri, atık toplama alanları ve atık bertaraf tesisleri) kentsel altyapı tesisi olarak özelleştirilerek planlarda yer almalı. Ayrıca yine kentsel altyapının bir parçası olarak, atığı kaynağından toplama ilkesine uygun şekilde, mobil atık toplama merkezlerinin herkesçe erişilebilir şekilde planlarda yer seçimi yapılmalı.

·       Kentsel İklim Eylem Planları

Günümüzde nasıl stratejik planlar mekânsal planların bir parçası olarak hazırlanıyorsa, iklim uyum ve önleme eylem planları da hazırlanmalı. Her bir kent iklim eylem grupları, mahalle örgütleri gibi taban inisiyatifleri ile birlikte mekânsal planların gezegen üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesinden iklim krizi konusunda toplumun bilinçlendirilmesine çok boyutlu bir plana ihtiyaç duyuyor. İlgili uzmanlarla birlikte bunu yapabilmek ise bize kalıyor. Üstelik iklim eylem planları yalnızca benim güzel hayallerimden gelmiyor, 11. Kalkınma Planı’nda 714. Madde’de de bu konuya değiniliyor (tabii benim kastettiğim iklim değişikliğiyle mücadele için millet bahçesi yapmak değil).

·       Radikal müdahaleler

Tüm bu saydıklarım biraz fazla radikal gelmiş olabilir. Şimdi daha radikalini söyleyeceğim. Meskun alanlarda bunca değişikliği yapmak hiç kolay değil, kamu yararı, mülkiyet hakkı, arazi değerleri derken işler ciddi şekilde sarpa sarıyor, farkındayım. Ama bizim ilk ilkemiz kamu yararıysa radikal kararlara başvurabiliriz bence. Önerim Baron Haussmann kadar yıkıcı müdahaleler değil tabii ki, ama kentlerin, hatta insan türünün geleceği için bir şeyleri değiştirmemiz gerekiyor. Bunun için şimdiden yüksek bedeller (TL ile) ödersek, gelecekte ödeyeceğimiz bedeller (can ile) daha da azalacak. Kentleri iklim uyumlu, doğayı koruyabilen hale getirmek zorundayız, öteki türlü kentleri besleyecek bir doğa kalmayacak elimizde, o zaman kentlerin de bir anlamı kalmayacak, emin olabilirsiniz.

İlk olarak Greenvibes Ekolojik’in Bülteninde yazdığım bu yazıma ve daha fazlasına buradan ulaşabilirsiniz.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s