Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 5. Değerlendirme Raporu kapsamında hazırlanan İklim Değişikliğinin Fiziksel Bilim Temeli Raporu “küresel iklimdeki ısınma kesindir ve 1950’li yıllardan beri iklimde gözlenen değişikliklerin çoğu son bin yıllık döneme kadar daha önce hiç görülmemiş düzeydedir” diyerek bizleri uyarıyor. Küresel Isınma Indeksi’ne göre insan etkisiyle yaşanan küresel ısınma 2 Haziran 2021 itibariyle 1.22°C’ye ulaşmış durumda. IPCC’nin farklı yıllarda yayınladığı raporlar ise bu durum için ortak bir sonuca dikkat çekiyor: 21. yüzyılın sonuna doğru bu sıcaklıklar 3.1-5.2°C’yi bulabilir.
Tabii ki, yalnızca sıcaklıklarda artışlar yaşanmayacak, yapılan çalışmalar sonucunda ısınmaya bağlı kuraklık, sıcak hava dalgaları, aşırı yağışlar, taşkınlar gibi iklimsel ekstrem olaylarda da artış yaşanacağı tahmin ediliyor. Bu olası artışların sebep olacağı çevresel felaketlerden bizim açımızdan en önemlileri belki de tarımla ilgili olanlar; yaşamımız tarımsal üretime sıkı sıkıya bağlı. Öte yandan tarım, tüm insan aktiviteleri arasında iklime en bağımlı olan, iklimsel değişimlerden en çok etkilenen, zararlara en açık sektör olarak ele alınıyor. Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nden Murat Türkeş’in 2020 yılında iklim ve tarım ilişkisi üzerine yaptığı kapsamlı literatür çalışması bizi aşırı hava ve iklim olayları ve afetlerindeki artışın gıda temini ve kararlılığını kesintiye uğratabileceği konusunda uyarıyor.
Tarımsal üretimi etkileyecek çevresel sorunların başında kuraklık ve sıcak hava dalgaları geliyor. Kuraklık, iklim şartları nedeniyle yeterli yağış olmaması durumunda meteorolojik kuraklık olarak başlıyor, yağışların azalması sonucunda toprağı nemini kaybetmesiyle zirai kuraklık olarak devam ediyor. Yağışların azlığı yalnızca toprağı değil, suyu da etkiliyor; akarsuların akış hızlarının düşmesiyle hidrolojik kuraklık görülüyor. Bunların sonucunda kuraklık insan hayatını etkilemeye başladığında sosyo-ekonomik kuraklık diye anılmaya başlıyor. Kuraklık sorunu aylar ya da yıllar boyunca sürebiliyor. Sıcak hava dalgaları ise hava sıcaklığının ortalama sıcaklığa göre 10°C fazla olması, bu durumun aşırı nemle birlikte bir hafta gibi nispeten uzun bir sürede seyretmesi olarak tanımlanabilir. Kuraklığın aksine, sıcak hava dalgaları toprağın neminin bol olduğu mevsimlerde, çoğunlukla da yaz aylarında görülüyor. Tarımsal üretim açısından bakıldığında yıllık ortalama sıcaklığın artışı, kuraklık ve sıcak hava dalgaları farklı adaptasyon stratejileri gerektiriyor ve her zaman hazırlıklı olunamayabiliyor. Türkiye’de yaşanan kuraklıkları buna örnek olarak verebiliriz. Son 40 yılda 7 defa (1971-74, 1983-84, 1989-90, 1996, 2001, 2007-8 ve 2012-2014) şiddetli kuraklık dalgası yaşanan ülkemizde tarımsal ürün rekolteleri bu kuraklıklardan fazlasıyla etkilendi. 2012-2014 yıllarında yaşanan kuraklık İç ve Doğu Anadolu’da meteorolojik bir kuraklık olarak başladı ancak zamanla İç ve Doğu Anadolu Bölgeleri ile Orta ve Doğu Akdeniz, Doğu Marmara ve Orta Karadeniz’de şiddetli zirai ve hidrolojik kuraklık olarak devam etti. Ekim 2013-Ocak 2014 arası toplam yağış miktarı uzun yıllar ortalamasının %37 altına düştü. Üstelik, ilerleyen yıllarda ortalama sıcaklıkların daha da atması ve su döngüsünde yaşanan bozulma sonucu yağışların azalmasıyla sıcak hava dalgalarının ve şiddetli kuraklıkların daha da sık yaşanması ve sürelerinin uzaması bekleniyor.
Peki, bu iklimsel ekstrem durumlar tarımı nasıl etkiliyor? Ele alınacak çok fazla etki olduğu için burada etkileri birkaç başlıkta toplamayı uygun gördük.
- Mekansal ve zamansal kaymalar: Küresel ısınma sonucu tarıma uygun iklim kuşağı ekvatordan kutuplara doğru bir kayma yaşamaktadır. Bu kayma mevcutta bereketli olarak anılan toprakların zamanla çölleşmesi anlamını taşıyor. Türkiye için özellikle Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu’da su potansiyelinin de azalmasıyla birlikte bu etkiler gözlenebilir. Ayrıca, soğuk gün ve gece sayısı azalırken sıcak gün ve gece sayısı artıyor, yaz mevsimi sonbahar ve ilkbahar ile çakışmaya başlıyor. Bitkilerin ekim ve hasat zamanlarının değişmesi çiftçilerin uyum sağlama yeteneklerine bağlı olarak tarımsal üretimi olumsuz yönde etkiliyor. Bunun yanında, bitkilerin büyüme ve olgunlaşma süreleri ve mevsimlerinde değişim yaşanıyor. Büyüme süresi kısalan özellikle tahıl grubu ürünlerin tohum, dane doluluğu çok düşüyor. Bu da sonraki ekim sezonunda tohumların veriminin düşmesi demek. Tohumların veriminin yanında besleyiciliği yani gıda kalitesi de düşüş gösteriyor, insan sağlığına katkısı da azalıyor.
- Ürün rekoltelerinde düşüş: Dünya genelinde bu konuda yapılmış birçok çalışma temel tarım ürünlerinin sıcaklık ve CO2 konsantrasyonuna bağlı olarak rekoltelerinin düştüğünü gösteriyor. Su kaynaklarının da azalmasına bağlı olarak pirinç ve mısır üretiminin ciddi bir tehlike altında olduğu düşünülüyor.
- Su kaybına bağlı sorunlar: Su döngüsünde yaşanan bozulmanın yanı sıra, artan sıcaklık nedeniyle topraktan daha fazla su buharlaşıyor. Toprakta düşen nem oranı bugünlerde sulama ile giderilmeye çalışılıyor. Ancak zaten su stresi yaşanan ülkemizde sulama imkânları özellikle güney ve batı kesimlerde gitgide azalıyor. Bu da bitkilerin daha az sulanabileceği anlamına geliyor. Bunun yanında, deniz suyu seviyelerinin yükselmesi de yeraltı su kaynaklarının tuzlanmasına ve tarım topraklarının kıyıdan kaybına sebep olacağı düşünülüyor. Yani bizi daha susuz ve topraksız bir ısınma bekliyor.
- Tarım zararlıları ve hastalıkları: Ortalama sıcaklıkların artması tarım zararlılarının da daha fazla alana yayılması demek. Bunu yanında bazı yeni termofilik türlerin de ortaya çıkabileceği öngörülüyor. Tarım zararlılarında ve beraberinde tarım hastalıklarında yaşanacak artışlar tarımsal rekolteyi doğrudan etkileyebilir. Üstelik atmosferdeki CO2 konsantrasyonunun artmasının zararlı bitkilerle mücadelede kullanılan herbisitlerin etkisini azalttığı da bilimsel çalışmalarla ortaya konmuş durumda. Yani “geleneksel” mücadele araçları da elimizden alınıyor.
- Hayvancılık faaliyetleri: Her ne kadar hayvancılık faaliyetlerini desteklemesek de o alanda da yaşanacak sorunlara değinmekte fayda olduğunu düşünüyoruz. Sıcaklık artışı et ve süt için yetiştirilen hayvanlarda strese sebep oluyor. Sıcaklık stresi diye anılan bu durum başta süt üretimini düşürüyor. Bunun yanında hayvanlarda doğurganlığın azaldığı da görülüyor. Ayrıca hem sıcaklık hem de suya bağlı stresin ve hastalıkların daha fazla hayvanın ölümüne yol açacağı düşünülüyor.
Birkaç ana başlıkta özetlemeye çalıştığımız bu sorunlar gıdamızı doğrudan tehdit ediyor. Gıdamızın yanında çoğu ülkenin en önemli ekonomik sektörü olan tarım, ülke ekonomilerinin de ciddi risk altında olduğunu gösteriyor. Uzmanlar çok umutlu olmasalar da bazı uyum stratejileri öneriyorlar. Bunların başında sulama sistemlerinin optimizasyonu geliyor. Su kaynaklarının korunmasını sağlayacak bu yöntemlerle gelecekteki su sıkıntısının önüne geçilebileceği düşünülüyor. Bunun yanında, su kıtlığına, sıcaklık ve CO2 artışına dayanıklı bitki türlerinin üretimine öncelik verilmesine vurgu yapılıyor. Biraz daha teknolojik yaklaşımları göz önünde bulunduran uzmanlar, olası ekstrem hava olaylarının simülasyonlarının yapılıp önlemler geliştirilmesi ve bu konularda çiftçilerin eğitilmesini öneriyor.
Bize kalırsa bu durum artık bilimin tahminlerinin ötesinde, hayatta kalma mücadelesi haline gelmiş durumda. Bu nedenle suyu ve toprağı korumak için elimizden ne geliyorsa yapmamız gerekiyor.
İlk olarak Greenvibes Ekolojik’in Bülteninde yazdığım bu yazıma ve daha fazlasına buradan ulaşabilirsiniz.