Şehir Planlama: Eğitimi, İş Ortam Katkıları

Herkese Merhaba,

Bu yazımda sizlere aslında çokta fazla insanın bilmediği güzide mesleğimden, nasıl bir eğitim hayatı olduğundan ve bana etkilerinden söz etmek istiyorum, bunu yanında tercih etmeyi düşünenlere ve hâlihazırda okuyanlara da tavsiyeler vereceğim. Baştan söylemeliyim ki şehir planlamayı daha tercihlerime yazarken çok seviyordum, hala da sevmeye devam ediyorum. Yani aksini düşünen var ise, saygım sonsuzdur ancak bu konularda tartışmaya girmeyi hiç istemem.

Şehir planlama en basit anlatımıyla, bir yerleşimin (köyden-bölgeye) gelecekte belirlenen bir yıla kadar nasıl bir gelişim göstereceğine karar vermektir. Bu hem fiziksel, hem sosyal boyutlar içerir. Yani örneğin şehir ölçeğinde yerleşimin neresinden yol, neresinden altyapı geçeceğine, nerenin park, nerenin sanayi olduğuna karar vermenin yanında, nüfusun kaç olacağına, bu nüfusun kaliteli eğitimi için ne kadar okul alanı gerekli, bu insanların psikolojik olarak ne kadar yeşil alana ihtiyacı var gibi meselelere de kafa yorar şehir plancılar. Ama unutulmaması gereken bunların nasıl olacağına karar vermektir yapacağı iş, hizmet sunumu hizmete ilişkin kurumun işidir. Demem o ki kanalizasyon hattına karar verir ama o hizmeti size belediyenin fen işleri ya da su ve kanalizasyon idaresi sunar ya da okulun yapılacağı yeri ve büyüklüğünü belirler plancı ama okulu yapmak da, içine kaliteli öğretmen doldurmak da milli eğitimin hizmetidir. Unutmamakta fayda olan bir bilgidir bu, zira bozuk asfalt görüp fen işlerine, inşaat mühendisine değil de plancıya sövmek hak yemektir düpedüz.

Gelelim benim hikâyeme. Benim tercih hikâyem biraz değişikti aslında. Ben lise hayatımın son iki senesinde pilot olmaktan başka bir şey düşünmeyen biriydim. Annem sürekli pilotluk olmazsa tercih yapmak istediğin bir alan belirle diye ısrar ederdi. Şehir planlamayı da dayımın bir tanıdığı vasıtasıyla duymuş, o zaman çok imkân olmasa da internette araştırmış ve sevmiştim. Pilotluk birinci bölüm puanlarıyla başvurulan, özel yetenek sınavları ile girilen bir bölüm olduğu için zaten tercihlerde yer almıyordu. Yani haliyle benim toplamda yaptığım 6 tercihte şehir planlama oldu. Eğitimci bir ailenin çocuğu olmanın getirisi bilinçli tercih yapmak diyebilirim, 6 tercihimden üçüncüsü olan Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümünü kazandım. Bir yıl hazırlık okuduktan sonra (bu arada bence herkes hazırlık okumalı, hem üniversite hayatına eğlenceli bir giriş, hem de açıkçası benim İngilizceme büyük katkısı oldu) bölüme bir alınacaklar listesi ile başladım.

Her seneyi tek tek anlatmayacağım ancak fikir oluşturmak adına kısaca bahsetmekte fayda var. Tabi ki belirtmeliyim ki bu ders içerikleri diğer okullarda benzerlik gösterse de Yıldız Teknik Üniversitesi’nde izlendiği sıra ile anlatılacak. Bahsedeceğim konular aslında proje derslerini kapsıyor, fakat teorik derslerde genelde projelere ilişkin ve onlara paralel oluyor. İlk dönem bir yerleşim, mahalle, yapı adası gibi yerleşim kavramları ne açılardan ele alınır, nasıl yorumlanır konuları üzerinde duruluyor. İkinci dönem ise yerleşim kademelenmesinde konut, konut grubu, komşuluk, komşuluk ünitesi gibi kavramları kapsayan mahalle kavramı iyice anlaşılıp, farazi bir alan üzerine edinilen bilgiler doğrultusunda tasarım yapılıyor. Bu iki dönem tasarım ilkeleri ve yeni bir bilim dili öğrenildiği için, okulun sisteminin el ile çalışmayı dayatmasıyla birlikte çok sancılı geçiyor. Malzemeleri nasıl kullanacağınızdan tutun, hocaların her birinin huyunu tek tek öğreneceğiniz bu dönemler kabul ediyorum ki çok zor ancak bence en zevkli kısımları da oluşturuyor. Çünkü bir kısıt olmaksızın kendi fikirlerinizi öğrenmekte olduğunuz mesleğe göre şekillendirebildiğiniz tek dönem bana kalırsa.

Bu arada değinmek istediğim bir konu daha var. Ben okul hayatım boyunca düzenli çalışmış, toplasan 4 kere ancak sabahlamış, genel geçer tabir ile “inek” bir öğrenci idim. Ancak bu ineklik öyle körü körüne gelen bir şey değildi, çünkü lisede derslere bile girmezdim. Başta da söylediğim gibi ben bu bölümü çok sevdim. Öğretilen neredeyse her konu çok ilgimi çekti, bu nedenle de öğrenmem ve bunu öğrencilik hayatıma yansıtmam çok kolay oldu. İnanın derslere girerken heyecanlanırdım. Bu halim tabi ki hocalarımın hoşuna giderdi. Yani bazı açılardan erişilemeyen ete mundar deme hali olarak “yağcı” diye adlandırılan öğrencilerdendim. Ancak hocalara kendimi sevdirmek için bir şey yapmadım, hatta yeri geldi bağrış çığrış kavga da ettim hocalarla, öyle “hocam ödev vardı” diyen biri de asla olmadım. Yani demem o ki, insanları “inek”, “yağcı”, “tembel”, “aksi”, “beceriksiz” gibi sıfatlarla etiketlemeden önce ardındaki hikâyeyi bir anlamaya çalışmalı herkes.

Okula dönecek olursak, üçüncü dönem yapılan projeye genelde “bölge planlama stüdyosu” adı verilebilir. Hocalar tarafından belirlenen bölgesel ölçekteki bir alan için tarım, sanayi, hizmetler, ekonomi, altyapı, turizm, doğal kaynaklar gibi temel başlıklarda istatistiki ve fiziksel verilerin nasıl elde edileceği, nasıl değerlendirileceği öğretilir. Daha sonra ise 4., 5. ve 6. dönemlerde belirlenen bir yerleşim –bizim dönemimiz için Kastamonu- bölge planlama ölçeğinden kentsel tasarım ölçeğine kadar incelenir ve tasarlanır. Yerleşim yerini sevseniz de sevmeseniz de aslında gezileri ve dolu dolu geçen arkadaşlıklarıyla en zevkli projelerdir bu 3 proje. Son sene ise 7. Projede belirlenen bir yerleşim için önce konu araştırma grupları kurulup bütün bilgiler toplanır, sonra belirli temalar çerçevesinde yeni gruplar oluşturularak planlama yaklaşımları geliştirilir. 8. proje artık kişisel çalıştığınız bir projedir, projenizi bir de bitirme tezinizle desteklersiniz, kendinizi gerçekten yetişmiş, mesleğe hazır hissettiğiniz bir projedir 8. dönem projeniz.

Planlama eğitim hayatı az önce de bahsettiğim gibi yeni bir ifade dili öğrenildiği, tasarım içermesi sebebiyle öznel yaklaşımlara çok açık –ve dolayısıyla her kafadan başka bir sesin çıktığı- bir eğitim olduğu için çok zorlayıcı geliyor insana. Hatta çevremde birçok insan tekrar asla okumam diyor. Şu bir gerçek ki, size öğrenciliğin kolay, çalışmanın zor olduğunu söyleyen birçok insan olacak. Bizim disiplinimizde böyle işlemiyor bu maalesef. Çalışma hayatının kendi zorlukları elbette var ve gününüzü berbat edebiliyor. Ancak eve gittiğinizde bu sorunların hepsini çalışma mekânınızda bırakabilirsiniz, öğrenciyken bu böyle olmayacak. Öğrencilikte yaşadığınız problemler evinizde/yurdunuzda daha da büyüyecek, stresi artacak. Mezun olunca hepsi bitiyor ve kurtuluyorsunuz, endişe etmeyiniz.

Eğitim hayatı boyunca sizin tercihlerinize kalmış olarak sosyal hayatınız ya oluyor ya da olmuyor. Demek istediğimi bir örnekle açıklayayım. Bölümden çok yakın bir arkadaşım dans etmeyi çok seviyordu, dans kurslarına, dans kulüplerine ve dans partilerine giderdi sık sık, ama okulu da boşlamıyordu, dans partisinden gelince sabaha kadar çalışıp gerekenleri yapıyordu. Bense, zaten bir ev kedisi olarak, evde ders çalışmayı öncelik edinmiştim. Okuldaki yakın arkadaşlarım dışında bir arkadaş çevrem olmadı dolayısıyla. Aslında kendime haksızlık etmeyeyim, hazırlık boyunca katıldığım kulüpler ve bölümdeyken de bölümümüzün kendi kulübünde oldukça aktiftim ve güzel bir çevre edindim bu ortamlarda. Ancak genel bakacak olursak sosyal hayatım eğitim hayatımın gerisindeydi.

Elbette her bölümün kendi içinde zorlukları var, unutmayın herkes yeni bir şeyler öğreniyor, kimsenin zorluğu küçümsenemez. Sadece şehir planlamanın –ya da mimarlık fakültelerinin- kendine has problemi sanırım çok sübjektif ve çok eleştiri içeren bir bölüm olması. Mesleki bilgiler doğrultusunda tasarım aslında kişiye özeldir, ancak bir proje jürisinde karşınızda fikrinizi savunmak zorunda olduğunuz, beraberinde saygıda kusur etmemeye çalıştığınız 8-9 hoca varken kişisel fikir geliştirmek oldukça korkunç oluyor. Hele ki bazı hocalar üslup nedir bilmez iken…

Çok seviyorum desem de gördüğünüz gibi bende problemlerden söz ettim hep. Ama bunların yanında çok güzel dostluklar sahip oldum. Çok güzel anılar biriktirdim. Çok güzel bir meslek edindim. Bölüm sürekli bir arada, benzer dertleri paylaştığınız insanlarla dolu olduğu için, birbirinizi çok iyi anladığınız ve birbirinize çok güzel destek olduğunuz asla bitmeyecek arkadaşlıklar ediniyorsunuz. Bu arkadaşlarınızla yıllarca farklı şehirlere gidip, birbirinden eğlenceli ve güze anılar biriktiriyorsunuz. Birlikte üzülüp birlikte sevindiğiniz bu insanlarla aile kıvamına geliyorsunuz. Öyle ki seyahate çıkarken evde unuttuğunuz çöpünüzü, anahtarınızı bırakmış olduğunuz bir dostunuz gelip atabiliyor, bunu isteyebilecek samimiyete erişiyorsunuz. Mesleğin kendisi ise şahsım adına söyleyebilirim ki, hem sosyal hem mekânsal zekaya sahip insanlar için biçilmiş kaftan. Bir yerleşimin tüm özelliklerini öğrenmek, oranın kültürünü, alışkanlıklarını öğrenmek ve zamanla sözü geçen yerleşime şekil vermek bana göre çok heyecan verici. Üstelik yapacağınız sadece bu kararlar vermek değil. O yerleşimi anlamak gerekiyor. İnsanlarını anlamak, isteklerini, ihtiyaçlarını bilmek, geçmişlerini anılarını yaşatmaya çalışmak gerekiyor. O şehrin hafızasını korumanız ama yeni hafıza alanları da tasarlamanız gerekiyor. Bütün bu anlattıklarım benim için çok heyecan verici, çok ilgi çekici konular.

Mezun olduktan sonra ise iş bulma telaşesi başlıyor. Ben başta çok keskin çizgilere sahiptim. Belediyede çalışmam, özel sektör, hele gayrimenkul değerleme asla olmaz vb. yargılarım vardı. Akademisyen olmak, öğrendiğim bilgileri aynı heyecanla başkalarına aktarmayı hayal ediyordum. Ancak okul bitip de evde bekleme zamanı geldiğinde işin yüzü değişti elbet. Gerçi ben öyle çok evde durmadım. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde önce yerleşim arkeolojisinde ardından kültürel mirası koruma programına geçerek yüksek lisans yapmaya başladım. Akademisyen olma hayalimden vazgeçmiş değilim, hala ilanları takip edip başvurularımı yapıyorum. Ancak bu bekleme döneminde okul haricinde 2 sene evde oturmak keskin çizgilerimin yumuşamasını sağladı. Özel sektörde işe başladım.

Özel sektörde işe başlamanın, daha doğrusu işe başlamanın da getirdiği sıkıntılar var elbet. Bir kere insan ilişkileri iş yerinde bulunmanın doğası gereği kar odaklı bir hal alıyor. Daha önce eğer böyle bir ilişki kuracak ortamınız olmamışsa –benim gibi- başlangıçta zorlayıcı oluyor bu ilişkiler. Zamanla alıştıkça, mesafe koymayı ve umursamamayı öğrendikçe daha kolay bir hal alıyor. Ancak elbette hiçbir zaman gerçek samimiyeti bulamıyorsunuz bence. İş yerimdeki insanların normal hayatlarında kötü insanlar olduğunu düşünmüyorum. Yani neden kötü olsunlar ki zaten. Ancak ofis ortamında “her koyun kendi bacağından asılır” fikri kanun gibi geçerli. Birbiriyle ilişkili işler yapılıyor olsa dahi kimse elini taşın altına koymuyor. İnkâr edemem ilk zamanlarınızda yardımlaşma oluyor, bir şekilde işe alışma sürecinizde insanlar anlayış gösteriyor. Ancak belli bir süre sonra –benim için 1 ay- insanlar ettikleri yardımın sözünü etmeye, dedikodusunu yapmaya başlıyor ki, normal hayatımda asla tahammül etmem böyle şeylere. Arkadaşlık ilişkisi normal hayatta kurduğunuzdan farklı işliyor. Mesafenizi bilmeniz, ayarlamanız gerekiyor. Sanırım iş ortamında yaşadıklarım her iş yeri için geçerlidir, demek istediğim sadece şehir planlamaya özel bir durum olmasa gerek bu (ya da öyle mi yoksa?). tabi Şehir planlama özelinde yaşanan problemler de var. En çok öne çıkanı, hangi şirket olursa olsun iş planlarının yapıldığı gibi işlememesi, teslim zamanlarında çok fazla iş sıkışması ve sonuç olarak ücretsiz yapılan fazla mesailer.

Peki, bunca anlattığım meselenin bana etkisi ne oldu? Öncelikle okulda okurken, hırsımı, ilgimle birleştirip başarılı olmak nedir onu öğrendim. Hırs kötü değildir, eğer kontrol etmeyi bilirseniz. Başka insanları ezmeden de başarılı olunabilirmiş, bir insan kendi ilgi alanıyla ilişkili konularda çok daha başarılı oluyormuş, bunları öğrendim. Düzenli çalışmanın önemini gördüm ve karakterime yerleştirdim. İş yaşamında ise insanları çok fazla umursamamayı, iş ortamında nasıl davranılacağını öğrendim (gerçi hala hayata geçiremedim).

Velhasıl, okuması bir dert, çalışması ayrı bir dert olan bir meslek bu şehir planlama. Ancak sevdikten sonra diğer meseleleri göz ardı edebiliyor insan. İnsanların hayatlarına bu şekilde dokunmak, hayatların döndüğü yerleşimlere katkıda bulunabilmek insanı mutlu ediyor. Ne okulun stresi, ne de işteki insanların ortamı bu heyecanın, mutluluğun önüne geçemiyor.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s